4 Haziran 2012 Pazartesi

SORULAR DEVAM EDİYOR...

Her bir günü, o günle birlikte gelen tüm güzellikleri görerek ve hissederek doya doya yaşamak mı daha güzel? Yoksa her gün aynı soluk-cansız renkleri görüp birbirine benzeyen, her biri diğerinin aynı olan rutin tekrarlarla yaşanan güvenli ama zevksiz-neşesiz günleri yaşamak mı daha kolay?

Sadece sana verilen görevleri eksiksiz ama hiç üzerinde düşünmeden kafa yormadan ve de geliştirmeye dahi zahm
et etmeden bir robot edasıyla yaparak akşam çıkış saatini beklemek mi daha zevkli? Yoksa her yaptığın işin detaylarını araştırıp, işin sana kendini açmasına izin verecek kadar severek yaparak, içine zeka ve yaratıcılık kırıntılarını katarak işi her gün biraz daha geliştirerek heyecan duymak mı daha eğlenceli?

Başına gelen her olaydan sonra geçmişte yaşadıklarını ve gelecekte başına gelecekleri karamsar bir bakış açısıyla her gün kafanda yüzlerce kez çevirip durarak hem beyin hücrelerine zarar vermek ve içindeki sıkıntıyla tansiyonunu yükseltip sonunda tansiyon düşürücü ilaçları (çayın yanında) alıp iyileşmeyi beklemek mi daha rahat? Yoksa her olayın aslında geliştirici yanlarını görerek, olaylardan ders alarak gelişmek ve problemlerin çabuk çözülmesi için yaratıcı çözümler üretmek ve yardım almak ve bol saf su içerken kahkahalar atmak mı daha ferahlatıcı?

Sorular bitecek gibi görünmüyor.....!

DAHA SORULACAK ÇOK SORU VAR...

Hayallerini gerçekleştirmek için ileri gitmek, gücünü kullanmak ve yol almak mı zor? Yoksa içinde bulunduğun ve çok iyi tanıdığın güvenli ama mutsuzluk ve zorluklarla dolu bir alanı muhafaza etmek mi daha kolay?

Hayat seni beklerken bereket ve bolluklar içinde, sen birilerini kırmamak incitmemek için mi bekliyorsun tozlu sokakların fırtınalarında çöpler gözüne kaçarken yaşlı gözlerle...


Kendini severek mi yaşıyorsun, değerli hissederek ve saygı duyarak içindeki sevgi dolu güce ve varoluşa? Yoksa değersizliğin en aşağı yollarında mı pinekliyorsun, kendine saygı duymadan, beğenmeden yaptıklarını ve için için kendine ağır laflar ederek korkuyla?


Daha soracak çok soru var....

OYUNDA USTALAŞMAK...

Dünya güzel bir oyun alanı bana göre; her oyunun oyuncuları ve senaryosu hazır sanki. Bir yerden başladı mı çekimler, senaryosu her gün duruma göre yeniden yazılan, hiç bitmeyen 180 bölümlük dizi filmler gibi çekimler yapılıp duruyor.

Oyuncular bazen yoruluyor, bazen hastalanıyor ve zaman zaman da kavga ediyorlar aralarında. Bazıları sevilmeyi öğrenirken bazıları da sevmenin güzelliklerini tadıy
orlar kana kana içerek sevginin şarabından. Adeta aşk sarhoşu oluyorlar ve kendilerinden geçiyorlar. Her şey çok güzel görünüyor gözlerine. Ne zaman sarhoşluğun etkisi geçiyor o zaman gerçekliğin tokatı ile ayılıyorlar sabahın ilk ışıklarında. Zor kararlar alınamıyor çoğu kez, verilen sözler, sevgiliye edilen yeminlerden dönme vakti geliyor ansızın. Sevgilinin kusurları sayfalarca yazılmaya başlanıyor kafalarda ve tekrar başladığı noktaya dönüyor geri adımlarla oyuncular. ''Haydi bakalım'' diyor yaşam ''Geç şimdi Ruhun Karanlık Gecelerinden''. Yolcu yola devam ediyor düşe kalka... Ama hep öğrenerek, gelişerek...

Öğretiyor her bir rolde yaşam duyguların kokusunu, rengini ve sızısını oyunculara. Burun kemikleri sızlıyor bazen ızdırap çekmekten. Kiminin de üstü başı parçalanıyor yerlerde sürünmekten. Bazıları ise kaçmaktan ayakkabılarının altına yeni pençeler taktırmak zorunda kalıyor.

Dedik ya her rol bir sorumluluk da getiriyor beraberinde. Rolün hakkını verirken sorumluluklarında kendinde kalmasına dikkat ederse oyuncu daha fazla gelişiyor. Oyunu daha iyi oynamaya başlıyor gün geçtikçe. Tabii ki kazancı da artıyor ardından...

Usta oyuncular sınıfına da girebiliyor bazıları... Bazıları isehep figüran, hep dublör rollerinde...Eeee onu da seven var demek ki..
Alan özgürlük alanı, neyi, hangi rolü istersen onu oynarsın bu oyunda... Öyle değil mi?

İNSANLAR İYİLEŞMEYE AYARLIDIR ZATEN...

İnsanlar aslında iyileşmeye yetenekli varlıklardır. Onların zaten yaradılış gereği ''fabrika ayarları'' sağlıklı yaşamak üzerine ayarlanmıştır. Bazen bozulmalar, aksi giden durumlar yaşayabilirler. Eh tabii ki onu da kendi duyguları, düşünceleri ve fiilleri ile kendileri yaratırlar her zaman. Çeşitli araçları kullanarak iyileşmek için yardım alırlar ve çoğu zaman da iyileşip, tekrar rutin hayatlarına dönerler....

Ama bazen bu herkes için böyle olmuyor.. Bazıları ''Evet iyileştim, şimdi ağrım sancım yok, gayet iyiyim ama ya tekrarlarsa, ya yanlış bir hareketimden tekrar aynı durumu yaşarsam? vb.'' düşüncelerle yaşam standartlarını düşürüyor ve kendilerini normal hayatlarından koparıp sanki gereksiz karantinalara (İtalyanca'da 40 gün demek !) sokmaktalar. Korkmaya gerek yok, dedik ya insanlar iyileşmeye programlıdır. İyileşmek için gerekli altyapıya zaten sahipler. Ama altyapıyı bile değiştirme gücü insana verilmiş. Ya tekrarlarsa, ya tekrar hastalanırsam diyerek değiştirdin mi ayarları, zorlaşıyor işler işte o zaman.

Aman dikkat ''fabrika ayarları'' ile fazla oynamayalım lütfen...

3 Haziran 2012 Pazar

MATRİX ENERGETİCS İLE ŞİFALANMAK GÜZELDİR...


Daha önce çalışma yaptığımız bir dostumuz geldi, çok sevinçli idi, çünkü tiroid ve rahim-yumurtalık bölgelerindeki tüm rahatsızlıklar geçmişti. Doktor kontrolünden geçerek gelmişti, kolunda hala iğne izleri vardı. Doktor tüm rahatsızlıklarının tamamen geçmiş olduğunu müjdelemiş, yeni doğmuş bir bebek kadar tertemiz olduğunu ifade etmişti. Bunu duyunca tüm yorgunluğum geçti, sanki büyük bir armağan almış gibi oldum... Ayrıca evindeki güzel gelişmeler de cabası...

Not; Şifalanmada bütünsellik esastır. Ben hep bu felsefeyi benimsedim. Bana göre Alternatif Tıp değil, destekleyici-bütünleyici çalışmalar çok yararlıdır. Lütfen Doktorunuzdan yardım almayı asla ihmal etmeyiniz...

MATRİX ENERJİSİ İLE HAYAT BAŞKADIR, YAŞAMAK GEREKİR...


Bugünlerde her yerde Matrix Energetics çalışmaları yapıyorum. Daha önce çalışma alanlar yakın oldukları insanlara anlatıyorlar ''Mutlaka böyle bir çalışmayla tanışmalısın, anlatılır gibi değil, başkası anlatsa asla inanmazdım, ama yaşamak çok farklı, inanılmaz bir tecrübe, insanın bütün referansları değişiyor vallahi'' laflarını duyan geliyor desek yalan olmaz. Ama çalışmadan sonra hak veriyorlar Dostlarına ve ''Gerçekten anlattıkları kadar varmış, ben hiç böyle tahmin etmiyordum, bu kadar güçlü ve etkileyici bir enerji ile hiç karşılaşmamıştım, anlata anlata bitiremediği kadar varmış, vallahi gelmeden önce bu kadar olduğuna inanmamıştım...'' diye sürdürüyorlar konuşmalarını... Bunu diyenlerden birisi şu anda arka odada yatıyor ve uyuyor. Öyle rahatladı ve uykusu geldi ki, eşine telefonda 'arabayı kullanamayacağım, ben uyuyacağım, gel beni al' diyerek içeri girdi ve uyudu... Ben bu yazıyı yazarken eşinin gelmesini de bekliyoruz... Anlayın artık...!

HER ŞEYİ KENDİNDEN BİLMEK, DİNLEMEK, GÜCÜNÜ KULLANMAK...

Kendilerine olan güvenlerini, inançlarını tamamen kaybettiklerinden ya da karşılarındaki kendisi gibi bir Adem Oğlu olan kişiyi çok önemsediklerinden mi anlaşılamaz bir biçimde her şeyi ondan bekler durumlara sokuyorlar kendi kendilerini...

Sonra da aynı şeyleri defalarca söyletmeye çalışıyorlar karşılarındaki insana... Adeta doymuyorlar söylenenlere, tekrar tekrar bir daha soruyorlar aynı soruları? Yoksa, anlatılırken dinleme alışkanlığını mı kaybetmişler acaba? Soru sormak önemli bir şey ama dinlemek önemsiz bir şey mi oluyor? Yoksa soru sepetlerindeki hazırladıkları soruları sormazlarsa başlarına kötü bir şey geleceğinden mi korkuyorlar? Ya dinlemek ve anlatılanları uygulamak...? Problem burada mı yoksa?

Kullanmayacağın şeyleri boşuna toplamak, istif etmek bu mu gerçek problem? Ne dersiniz?

SEVGİ, KONUŞMAK, YARDIMA AÇIK OLMAK...

Sevgi ile konuşmak lazım her daim ve hareketleri sevgi ile yapmak lazım her durumda. Sevgiden uzaklaştığın her an Tanrısal varoluştan da uzaklaştığının farkında olmalısın. Kızdığın, sinirlendiğin ve öfkeyle, hırsla hareket ettiğin her an Tanrısal varoluşun çok uzaklarına gittin demektir. Öyleyse sevginin yollarından ayrılmadan hayatın içinde harekete geçmelisin ve sevginin savunucusu olarak yaşamalısın hayatını. Başına her ne gelirse gelsin metanetle karşılayarak ve sonucunu sevgiye bağlayarak hareket etmeye alıştığın zaman başına geleceklerin ne şekilde değiştiğini görmeye başlayacaksın. Karşına çıkan insanların çeşitlemesinde farklılıklar olduğunu görmeye başlayacaksın, daha fazla yardım aldığını anlayacaksın ve sevgiyle davrandığın her insanın uzantılarının sana bir sarmaşık gibi kollarını uzatmaya başladığını deneyimlemeye başlayacaksın.

Unutmamak lazım ki bu Dünya sandığımız gibi sadece maddesel bir yapıdan oluşmamıştır. İçinde manevi bir yapıyı görünmez bir şekilde barındırmaktadır. Sadece manevi kanalların içine girebilecek belirli oluş ve bilinç seviyelerine ulaşmaya başladığında, yeni oluşumların daha da farkına varmaya başladığını hissetmeye, algılamaya hatta yaşamaya başlayacaksın. Ama birden bire oluverecek bir şey değil diye de düşünebilirsin. Bu da doğru olabilir sana göre. Bu oluşa ne kadar inanır ve kalbini açmaya başlarsan oluşumun da o kadar hızlı bir şekilde sana ulaşmaya başladığını algılayacaksın. Bu belki de korkutacak başlangıçta seni. Alışmadığın bir durumla karşılaşmak şaşırmanın dışında biraz da ürkütecek belki. Alıştığın karanlık düzenin yerinde daha olumlu, umut veren, hatta güven veren bir sistemin olduğunu görmek sevindirirken biraz da düşündürecek seni.. Ama yapmaya değmez mi, deneyimlemeye değmez mi sence...? Bence harika olur... Ne dersin?

KENDİNİ KEŞFETMEYE DOYAMAYAN KADIN...

''Aslında kendimi arıyormuşum'' dedi genç kadın. ''Bütün arayışlarım, sıkıntılarım, AVM'lerde yaptığım alış-veriş çılgınlıkları hep bu yüzdenmiş. Ama dibe vurmuştum artık, ne yaparsam yapayım zevk alamıyordum, hep bir mutsuzluk ve tatminsizliğin yanında biraz da çaresizlik ve ne yapabileceğini bilememek vardı'' diye devam etti sözlerine. ''Artık şimdi daha mutluyum, insanın kendini keşfetmesinden, bilmediği, tanımadığı yanlarını öğrenmesi ve anlamasından daha güzel bir şey var mı?'' diye ekledi... ''Ve bu doyumsuz bir şey, eskiden neyi yapsam hemen sıkılırdım ama artık kendimi keşfetmekten hiç sıkılmıyor, vazgeçmiyorum ve bu hep sürecek...'' konuştukça konuşuyordu... Bana da söyleyecek laf kalmamıştı ki zaten...!

HAYAT TESADÜFLERLE DOLU MU? YOKSA TESADÜF ASLINDA YOK MU?

Hayat tesadüflerle dolu, bazen çok şaşırıyor olanlara insan. Anlatmayı istedim size dinlemek isteyen de dinlesin artık. Bugün küçük yaşlarda böbrek rahatsızlığı geçirmiş ve böbreğinin bir tanesi % 5 kapasite ile çalışmakta olan bir danışan ile çalıştık, hep yardım eden dostumdan yardım istedim o da yardımcısını gönderdi, ben de içimden zaten onun gelmesini istemiştim. Geldi bize yardımcı oldu, çalışma üçümüzü de sarhoş gibi yapmış, kendimizden geçirmişti, bu arada çalışmayı alan danışan hayatından pasajları anlatıyordu, belirli yaşlardaki olaylardan, hastalıklardan vb. bahsediyordu. Çalışmanın sonunda yardım eden arkadaşımız; ''Artık dayanamayacağım, anlatacağım diye başladı, bu kadar tesadüf olmaz ki canım, benim adım Ayla, bu bayanın adı da Ayla, ben 1982 doğumluyum o da 1983 doğumlu, ben 3 yaşında böbrek rahatsızlığından ameliyat oldum, o da 4 yaşında böbrek rahatsızlığından ameliyat olmuş, şimdi onun da benim de böbrek rahatsızlığımız var, bu kadar tesadüf te olur mu yani?''...
Hayat işte böyle bir şey, oluyor Dostum, oluyor hem de çok fazla, ama biz farkında değiliz ki...

UNUTAMIYOR ACI ÇEKİYOR AMA NEDEN FARKINDA MISIN?

''Unutamıyorum, acı çekiyorum, içim yanıyor ama neden?'' diye sordu bana genç kadın. 3 çocuğunun babası önce onu bir pavyonda çalışan kadınla aldatmış, boşanınca da başka bir kadınla evlenmiş ve gitmiş. Genç kadın çok gergin ve katılaşmış bir halde idi ve sordum ona ''Hiç kocana seni çok seviyorum'' dedin mi? ''Hayır, bunu hep ondan ben bekledim'' dedi. Tekrar sordum, ''Hiç kocanın başını, sırtını okşayarak ona sıcaklık ve sevgi-şefkat gösterdin mi?'', ''Hayır bunu ondan ben bekledim'' dedi. En sonunda ''Hiç ona seni çok özledim, senin kadının olarak seni çok istiyorum diyerek elinden tutup odanıza götürdün mü?'' ''Hayır dedi ben o tür konulardan çok utanırdım, ayıp, bunu nasıl yapabilirim ki'' dedi. Aslında her olay farklıdır, genelleme yapılamaz ama cevaplardan neyin nasıl olduğu ortaya çıkıyordu. Bunları yapan bir kadın arıyordu belki de adam. Derler ya; erkekler biraz çocuk gibidir, sevilmek, sırtları sıvanmak, erkek olduklarını hissetmek isterler, annelerinden almaya alıştıkları ya da hiç alamadıkları sevgiyi ararlar kadınlarında. Ondan da alamazsa, bir de kendisi de veremiyorsa istediklerini, bir bileni ararlar belki de umutsuzca. Kim bilir belki doğru belki yanlış bu yazılanlar ama olanlar da ortada değil mi?