23 Eylül 2012 Pazar

İNANMAK MI YOKSA BİLMEK Mİ?


Hani sayfalar dolusu kitapları okursun, harflerden oluşturulmuş kelimeler ordusu ile doldurursun kafanı ve cümleler uçuşur beyninin içinde, zihnin dolmuştur bilginin enva'i çeşidi ile ama yine de dokunmak isters
in bilginin kendisine. İçinde hep bir şüphe vardır istesen de istemesen de, inanmak ile inanmamak arasında gider gelirsin sonu olmaksızın. Bir yanın inanmak ister okuduklarına diğer yanın itiraz eder anlatılanlara. Fotoğraflarda ya da filmlerde gördüğün şeyler bile bazen inandırıcı gelmez, ya hile varsa işin içinde, yaz göz aldanması ise, ya da bir illüzyon yaşanmışsa algılarda, hakikat ile realiteler karışmışsa bir birine? ''Hangisi doğrudur bütün bunların?'' diye iç geçirirsin aklının kuytu köşelerinde.

Ancak; yaşadığında, ruhunda ve vücudunda hissettiğinde, dokunduğunda ve hatıralarına kazındığında anlarsın hakikat olduğunu, sen yaşadığında acısıyla-tatlısıyla idrak edersin neyin ne olduğunu ve inanmanın ötesine geçersin o vakit ve dersin ki;
''Artık İnanmıyorum, biliyorum, gerçekten biliyorum...''
İşte aynen böyle oldu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder