9 Şubat 2012 Perşembe

SEVGİYLE AÇAN PEMBE BEYAZ ÇİÇEKLERİMLE SALINACAĞIM RÜZGARDA ...

Çok kırılgan bir yapıya sahip olduğunu ilk bakışta anlayabilirdiniz, aranızda görünmeyen buzdan oluşmuş bir   duvar olduğunu hissettirirdi size. Adeta mekanikleşmiş bir hareket sistemi olduğunu da hemen anlardınız. Müthiş bir kontrolü vardı kendi üzerinde ve duygularını olabildiğince bastırıyordu ama o hiç birinin farkında bile değildi, ne yazık ki... Bilmiyordu kendine neyi, neden yaptığını, sadece alıştığı bir düzeni sürdürüyordu öylesine.

Herkese küsmüştü hayatında, neredeyse tüm kardeşleri ile de konuşmuyordu. Arasına öyle büyük mesafeler koyuyordu ki değil onunla konuşmak onunla yan yana bile gelmek mümkün değildi. Kapanmıştı, Annesi de gittikten sonra öbür taraftaki yaşamına. Sadece Babası kalmıştı yanı başında, Şimdi adanma sırası ondaydı sanki. Hep kendini adayacak, ayakta kalabilmek için bir sarmaşık gibi sarılacak, adeta O olacağı birini arıyordu yanında.

Bundan önceki zamanlarda hayatta tek yakın olduğu insan Annesi olmuştu, sanki onun  bir parçası haline getirmişti kendini, artık kendisi yoktu, sadece O vardı yaşayan. O olmadan hiç bir şey yapamıyordu, her an onun yanında ve onun hizmetindeydi. Annesi sanki bir tütsü ile büyülemişti onu, tüm enerji alanını bir örümceğin ağını ördüğü gibi örmüştü kendi ruh parçalarıyla: Bunu da bilerek yapmamıştı, onu korumak istediği için yapmıştı. Çünkü  küçük kız diğer çocukları arasında en zayıf, saf ve korunmaya muhtaç olanıydı onun gözünde. Biraz da kendisine benzetiyordu küçüğünü. Ama küçüğüne yaşam alanı kalmamıştı, sanki ruhunu da kaybetmişti bu durumu yaşarken, annesinin ruhunda eriyip kaybolmuştu yavaş yavaş.

Anne-kız  herkesten uzakta, bir başlarına ve iki ayrı bedende bir ruh gibiydiler kendi dünyalarında. Hiç bir ilgileri kalmamıştı diğerleriyle, hatta Annesi bu hayattan ayrıldığında bile kardeşlerine haber verememişti küskünlüğünden. İstiyordu ki onlar öğrensin Annelerinin öldüğünü, tabii ki onlar da gelmemişlerdi cenazesine, bilmiyorlardı ki gelebilsinler... Onları suçlamıştı, hastalığında; Ona bakmadıkları, ilgilenmedikleri için ve şimdi de vefatını bile haber verememişti, o kadar uzaklaşmıştı ki onlardan ve insanlardan... Hala da öyleydi...

Artık elleri titriyordu, önüne geçemiyordu bu titremelerinin, ilk bakışta anlaşılıyordu  fark ediliyordu diğerlerince. Zayıf olduğunu düşündüklerini duymuştu birkaç kişiden, titremelerinin buna yorulduğunu duymuştu diğerlerinden. Kendi elleriyle verdiği belki de elinden şefkatle alınan, hatta iyilikten maraz yaratacak şekilde meydana gelen bu durumdan kurtulma zamanıydı artık. Kendini sevme, var olduğunu bilme, kendisiyle buluşma, kendi ayakları üzerinde durma vaktiydi bu vakit.

Vererek olmuyordu ruhunu başkasına, adanarak gitmiyordu hayatın yelkenlisi, kendi rüzgarlarına bırakarak hayatının gemisini, dümenine de kendisi geçmeliydi, anlamıştı yaşı dört desteleri bulduktan sonra. Affetme zamanıydı kendini, kardeşlerini, onu üzen herkesi, ayağa kalkma ve yürüme vaktine ulaşmıştı uyuyan bebek, büyümeliydi ince kalpli küçük kız. Yapmaya kararlıydı, kendi kararı ile bıraktığı gücünü, şimdi titremesi azalmış ellerine tekrar almalıydı, zaten hissetmeye de başlamıştı ellerinde gücün sıcaklığını, buz gibi elleri ısınırken yavaş yavaş...

Şimdi kalbini de ısıtma zamanı gelmişti hayatın güneşinde, gökte parlayan altın renkli kış güneşine bakarak konuşuyordu içinden: ''Evet, zamanı geldi artık; bıraktığım gücümü ellerime almanın, kalbimi korkunun karanlığından sevginin sıcak ışıklarına açmanın. Bu yaşam benim yaşamım ve artık kaderimi kendi ellerimle ben yaratacağım, sarmaşık olmayı bırakarak önce fidan, sonra bir gül ağacı olacağım, sevgiyle açan pembe beyaz çiçeklerimle  salınacağım rüzgarlarda derin bir huzurla sağa, sola, öne arkaya, koklanmaya açığım artık tüm varlığımla ...''


Hüseyin Turgut SAYIN,

Bahçeşehir/İSTANBUL, 09.02.2012















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder